Zehra hanımla yalnız
kalınca başlıyorum aklımıza takılan soruları bir bir sormaya. Özel mülkiyet
olmasına şaşırdığım bu tarihi hamamın kaç kez el değiştirmiş olabileceğini
soruyorum. Kaşlarını kaldırıyor, 47 yaşında ki hoş, güler yüzlü kadın.
"Evet. Bu yapı
bir kuruluşa veya belediyeye ait değil. Uzun yıllardır özel mülkiyet olarak
hizmet ettiğinden kaç kez el değiştirdiğinin bilinmesi mümkün değildir. Şu anda
burasının 36 ortağı bulunuyor." diyor. Ve bu kez ben kaşlarımı kaldırıyorum.
"36 mı?" diyorum. Şaşkınlığıma gülümseyerek karşılık veriyor ve devam
ediyor. "36 ortağı olduğu için de ihale usulü uygulanıyor. Her üç yılda
bir değişiklik oluyor." Getirisinin o kadar iyi olup olmadığını sorduğumda
"Çok fazla bir getirisi yok aslında şu dönemlerde. Ödemede zorluklar
çekiliyor ama yine de bir şekilde idare edilmeye çalışılıyor. Yaz dönemlerinde
yurt dışından gelen, turistler olsun, orada yaşayan vatandaşlarımız olsun,
oldukça iyi rağbet gösteriyor. O üç ayda da iyi bir gelir elde ediliyor."
diye cevap veriyor.
'Peki ya yerel
halkın talebi nasıl' diye soruyorum merakla. Koltuğunda geriye yaslanırken
gülümsüyor. "Şimdi şöyle söyleyeyim, hamam kültürü olan insanlar hiçbir
şekilde bırakamaz burayı. Hafta da veya 15 günde bir gelirler mutlaka. Çünkü
çocukluğundan beri hamama gelen, hamam kültürüne sahip kimselerdir
bunlar." omuzlarını kaldırarak "Alışmış ki duramazlar. Evde de
yapılsa o kesesi vesairesi, ille de burasını isterler. Hamama gelecek, burayı
görecek, buharında oturacaklar…" Böyle hamam kültürüne sahip, köklü bir
müşterilerinin olup olmadığını soruyorum sabırsızca.. "Elbette" diyor
" Böyle bir tane 90 yaşlarında hanım var. Benden daha çok şey biliyor
burası hakkında. Diyor; 'Biz buraya çocukluğumuzda annemizin elini tutar
gelirdik.' Kendisi aynı zamanda Alzheimer hastası. Hamamı unutmaz, buraya gelir
evini unutur." Alzheimer hastalarının geçmişle ilgili anıları çok keskin
olarak hatırlayabildikleri bilgisi geliyor aklıma. Vay canına, diyorum başımı
sallarken. Daha çok hangi yaş grubunun ilgi gösterdiğini merak edip soruyorum.
"Gençlerden gelenler de azımsanmayacak derecede. Ancak " arkamızda ki
orta yaşlı kadınları işaret ediyor parıldayan gözleriyle "50 yaş ve üzeri
insanlar daha çok ilgi gösteriyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki, kadınların
hamam kültürü, erkeklere oranla daha fazla. Bunu da, benim yıllık ciromun
onlarınınkinin iki katı olmasından biliyorum." Hemen her kadının içinde bulunan feminen duygularla
gülümsüyor.
Meyveli sodamı
yudumlarken etrafa saçılan, sabırsız baloncuklara takılıyor gözüm. Hoş tadının
altında yatan zararları düşünüyorum. Ve bu düşünce şu soruyu doğuruyor
zihnimde.. 'Hamamın faydası veya zararının olup olamadığı' Bu soruyu, jest ve
mimikleriyle hazır olduğunu gösteren Zehra hanıma yöneltiyorum.
"Hamamın
faydaları, bizim bildiğimizi kadarıyla, vücuttaki atmak açısından, ölü derileri
yok etmek, bağışıklık sistemini güçlendirmek, sinüs tıkanıklığının açılması
veya belli bir yaştan sonra ortaya çıkan eklem ağrılarının giderilmesi
açısından oldukça işlevseldir. Çok iyi geldiğini, kişiler zihnen ve bedenen
dinlendiklerini söylüyorlar. Buranın havasından mıdır nedir, müşteriler hamam
suyunun çok faydalı geldiğini
söylüyorlar. Tabi her zaman güzel şeyler olmuyor. Kimi insanlar,
özelliklede tansiyon hastaları, buradaki buhardan dolayı fenalaşabiliyor. Bunun
için biz kişilere çok fazla kalmamalarını öneriyoruz. Bazen yere düşüp kolunu,
bacağını kıranlar da oluyor. Eğer müdahale edilecek bir kazaysa bu ilk müdahaleyi
biz yapıyoruz. Ancak her durumda öncelikli olarak ambulansı çağırıyoruz."
İşin zorluklarını
soruyorum emekli öğretmen iyi akşamlar dileyip uzaklaşırken. "Bu iş
aslında tamamen insan ilişkileri üzerine kurulu." diyor ve öne doğru
eğiliyor koltuğunda. "Ve
biliyorsunuz ki her insanla sağlıklı bir ilişki-iletişim kurmak kolay değildir.
Özellikle kadınlarda.. Ön yargıyla gelenler oluyor, evindeki sıkıntılarıyla
veya iş yerindeki problemleriyle gelenler oluyor, herkesin ayrı bir psikolojisi
olduğundan onlarla iletişim kurmak ister istemez zorlaşıyor tabi." Bir ara
ikimizde duraklayıp sodalarımızı yudumluyoruz. "Bakın mesela, bazen kendi
oturduğu bölmeye başka kimseyi istemeyen müşterilerimiz oluyor. Onlara karşı
sabırlı olmaya gayret ediyoruz. Burasının halka açık bir alan olduğunu, kimseye
'Siz şurada oturun veya oturmayın' gibi bir söylemde bulunamayacağımızı
söylüyoruz. Eğer gerçekten kendilerini iyi hissetmeyeceklerse belli başlı otel
veya hamamları öneriyor, oralarda istedikleri özel alanlara sahip olabileceklerini
söylüyoruz." Müşteriler arasında tatsızlıklar çıkıyor mu diye sormama
kalmadan gülmeye başlıyor Zehra hanım. "Tabi ki. Hamamın adetidir kavga.
Biliyorsunuzdur, televizyonlardan falanda görmüşsünüzdür." Tosun Paşa
filminde, Adile Naşit'in hamamda ki kavgasını hatırlatıyor. Gülüyoruz. "
En küçük şeylerden dahi kavga çıkabiliyor. 'Orası benim yerimdi, sen üzerime su
sıçrattın ya da üzerini neden burada değiştiriyorsun?' gibi. Böyle
tatsızlıkların önüne geçmeye çalışıyoruz ancak herkesin hamam kültürü olmadığı
için pek bir yol katedemiyoruz."
Türk sinemasının
mottolarını anınca aklıma bu kez de şu soru gelmişti. Eski Türk gelenekleri
devam ediyor muydu?
"Tabi ki. Gelin
hamamları yapılıyor örneğin hala. Hamama gelen gelin adayları buradaki
çalışanlara hediyeler getiriyorlar. Mesela geçende şöyle bir olay yaşadım. 70
yaşlarında bir teyzemiz buraya geldi ve bana 'Kızım, ben oğluma kız bakıyorum.'
dedi 'Ablacım kız aramak için neden hamama geldin?' dedim. O da 'Öyle deme
yavrum, biz eskiden hamamlarda beğenirdik kızları.' diyerek uzaklaşıyor
yanımdan. Yani hala günümüzde de eski adetler devam ediyor. İşin güzel yanı da
müşterilerimizin samimiyeti. Bazı müşterilerimiz burada doğum günü kutluyor,
Umre hamamı veya gelin hamamları yapılıyor. Sıcak bir aile ortamı
kuruluyor burada. İsteğe göre akşamları
da açtığımız oluyor hamamı. Kimseyi geri çevirmemeye gayret ediyoruz."
Sohbetimizin sonuna
geldiğimizi bitmekte olan sodalarımız simgeliyordu. Bir şey yerken veya zevk
aldığımız işlerle meşgul olurken, onun en güzel anını sona bırakırız. Bu da bir
nevi öyle olmuştu. Sodamın son yudumunu alırken asıl soruyu soruyorum Zehra hanıma..
"Bu tarihi
hamamı işletiyorsunuz. Burayı işletirken, tarihini de göz önünde bulundurarak
bir sorumluluk hissediyor musunuz?" koltuğunda dikleşirken yüzü ciddi bir
ifade alıyor.
"Elbette
hissediyoruz. Çünkü Kayseri'de hamam denildiğinde, herhangi bir yerden
bahsedilmiyor. Akıllara ilk gelen yer tarihi Hunat Hamamı oluyor. Onun içinde
bunun sorumluluğunun bilincinde olmaya ve ona göre hareket etmeye çalışıyoruz.
Buranın tarihine yakışır bir biçimde, elimizden gelen en iyi şekilde idame
ettirmeye çalışıyoruz. Temizlik konusunda olsun, müşteri memnuniyeti olsun,
daima en iyisi için çabalıyoruz."
Fotoğraf
çekmek için izin istiyorum kendisinden. Diğer bir çalışana seslenip içerisinin
boş olup olmadığını soruyor. 'Boş.' diyor, elindeki hortumla soyunma
kabinlerini yıkayan kadın. Onun yanından geçip makinamı da alarak, küçük bir
kubbeyle örtülmüş olan ılıklığa giriyorum. Hemen sol taraftaki kapıya
yöneliyorum. İçerisi hafif buharla kaplı. Daha dakika dolmadan makinam buharla
kaplanıyor. Burası üç derin tonoz ve iki adet halvet odasından oluşuyor. Üzeri
kubbeyle ötülmüş bu geniş alan Selçuklu çağı mimari özelliklerini gözler önüne
seriyor. Güç bela birkaç fotoğraf
çekiyorum. Altından sıcak su boruları geçen göbek taşına dokunuyorum. Sıcaklığı
rahatsız etmekten çok sakinleştirici bir boyutta. İlk kez bir hamama girmiş
olmanın verdiği mutlulukla buradan çıkıyor ve güzel sohbetiyle vermiş olduğu
bilgilerden dolayı Zehra hanıma teşekkür ediyorum. Çok cüzi bir rakamla
böylesine hoş bir ortamda güzel insanlarla vakit geçirebileceğinizi sizlere
aktırmış bulunuyorum. Ve merdivenleri tırmanırken, hamamın sabun kokan ılık
havası yerini, Kayseri'nin kuru soğuk havasına bırakıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder