ASIRLIK DEĞERİMİZ; HUNAT HAMAMI

Kültürel mirasın başlıca kentlerinden olan Kayseri'ye ilk geldiğinizde kulağınıza çalınacak ender yerlerden biridir, tarihi Hunat Hamamı. Çifte hamam olarak da bilinen bu yapı, 1238 yılında 1.Alaeddin Keykubat'ın eşi, Mahperi Huand (Hunad, Hunat) Hatun tarafından şehrin merkezine yaptırılmıştır. O dönem devletin bünyesinde bulunan hamam, 1929 yılından  beri özel mülkiyettir. 2015 yılında yapılan restorasyon çalışması sırasında, hamamın kadınlar kısmında Selçuklu dönemine ait çiniler bulundu. Bu çiniler, Konya'da bulunan Kubadabad Sarayı'ndaki çinilerden çok daha değerlidir.

Asırlardır ayakta kalmayı başarmış bu hamamın nasıl işlediğini görmek için çıkıyorum yola. Hamam, başı bozuk yapılaşmanın bir parçası olmayı kabul etmezcesine çevresini; Külliye Cami, medrese ve türbeyle kapatmış-donatmış-sarmış.  İçeriye girmek adına, yer altına inen merdivenleri takip ediyorum. Büyük çelik kapıları geçer geçmez, sabunla karışık bir sıcak hava dalgası karşılıyor beni. Çekinerek girdiğim tarihi hamamda birbiriyle şakalaşan kadınların samimiyetiyle rahatlıyorum. Araştırdığım bilgilerin harladığı merak duygusuyla da etrafı incelemeye başlıyorum. Daha sonra hamama dahil edilmiş bu, geniş, uzun tonozlu girişte bekliyorum. Yüksek tavanında bulunan simetrik kesim cama bakıyorum. İçerinin sisi dışarıyı görülmez kılıyor. Duvar kenarlarını kuşatmış sedirler, yarı modern soyunma kabinleriyle hoş bir tezatlık oluşturuyor. Böylesine sıcak ortam da eğrelti duran tek şey, montumla etrafı inceleyen bendim. Gülerek montumu çıkarıyor, 12 yıldır hamam işletmeciliğiyle uğraşan Zehra Battal'a yaklaşıyorum. Kendimi tanıtmama fırsat bırakmadan bir şeyler ikram ediyor. Gülümsemesinin verdiği güvenle 'Hamam emin ellerde' diye geçiriyorum aklımdan. Emekli öğretmenlerin de katılımıyla başlayan birkaç dakika süren, hoş bir sohbete giriyoruz.
Zehra hanımla yalnız kalınca başlıyorum aklımıza takılan soruları bir bir sormaya. Özel mülkiyet olmasına şaşırdığım bu tarihi hamamın kaç kez el değiştirmiş olabileceğini soruyorum. Kaşlarını kaldırıyor, 47 yaşında ki hoş, güler yüzlü kadın.
"Evet. Bu yapı bir kuruluşa veya belediyeye ait değil. Uzun yıllardır özel mülkiyet olarak hizmet ettiğinden kaç kez el değiştirdiğinin bilinmesi mümkün değildir. Şu anda burasının 36 ortağı bulunuyor." diyor. Ve bu kez ben kaşlarımı kaldırıyorum. "36 mı?" diyorum. Şaşkınlığıma gülümseyerek karşılık veriyor ve devam ediyor. "36 ortağı olduğu için de ihale usulü uygulanıyor. Her üç yılda bir değişiklik oluyor." Getirisinin o kadar iyi olup olmadığını sorduğumda "Çok fazla bir getirisi yok aslında şu dönemlerde. Ödemede zorluklar çekiliyor ama yine de bir şekilde idare edilmeye çalışılıyor. Yaz dönemlerinde yurt dışından gelen, turistler olsun, orada yaşayan vatandaşlarımız olsun, oldukça iyi rağbet gösteriyor. O üç ayda da iyi bir gelir elde ediliyor." diye cevap veriyor.
'Peki ya yerel halkın talebi nasıl' diye soruyorum merakla. Koltuğunda geriye yaslanırken gülümsüyor. "Şimdi şöyle söyleyeyim, hamam kültürü olan insanlar hiçbir şekilde bırakamaz burayı. Hafta da veya 15 günde bir gelirler mutlaka. Çünkü çocukluğundan beri hamama gelen, hamam kültürüne sahip kimselerdir bunlar." omuzlarını kaldırarak "Alışmış ki duramazlar. Evde de yapılsa o kesesi vesairesi, ille de burasını isterler. Hamama gelecek, burayı görecek, buharında oturacaklar…" Böyle hamam kültürüne sahip, köklü bir müşterilerinin olup olmadığını soruyorum sabırsızca.. "Elbette" diyor " Böyle bir tane 90 yaşlarında hanım var. Benden daha çok şey biliyor burası hakkında. Diyor; 'Biz buraya çocukluğumuzda annemizin elini tutar gelirdik.' Kendisi aynı zamanda Alzheimer hastası. Hamamı unutmaz, buraya gelir evini unutur." Alzheimer hastalarının geçmişle ilgili anıları çok keskin olarak hatırlayabildikleri bilgisi geliyor aklıma. Vay canına, diyorum başımı sallarken. Daha çok hangi yaş grubunun ilgi gösterdiğini merak edip soruyorum. "Gençlerden gelenler de azımsanmayacak derecede. Ancak " arkamızda ki orta yaşlı kadınları işaret ediyor parıldayan gözleriyle "50 yaş ve üzeri insanlar daha çok ilgi gösteriyor. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki, kadınların hamam kültürü, erkeklere oranla daha fazla. Bunu da, benim yıllık ciromun onlarınınkinin iki katı olmasından biliyorum." Hemen her  kadının içinde bulunan feminen duygularla gülümsüyor.
Meyveli sodamı yudumlarken etrafa saçılan, sabırsız baloncuklara takılıyor gözüm. Hoş tadının altında yatan zararları düşünüyorum. Ve bu düşünce şu soruyu doğuruyor zihnimde.. 'Hamamın faydası veya zararının olup olamadığı' Bu soruyu, jest ve mimikleriyle hazır olduğunu gösteren Zehra hanıma yöneltiyorum.
"Hamamın faydaları, bizim bildiğimizi kadarıyla, vücuttaki atmak açısından, ölü derileri yok etmek, bağışıklık sistemini güçlendirmek, sinüs tıkanıklığının açılması veya belli bir yaştan sonra ortaya çıkan eklem ağrılarının giderilmesi açısından oldukça işlevseldir. Çok iyi geldiğini, kişiler zihnen ve bedenen dinlendiklerini söylüyorlar. Buranın havasından mıdır nedir, müşteriler hamam suyunun çok faydalı geldiğini  söylüyorlar. Tabi her zaman güzel şeyler olmuyor. Kimi insanlar, özelliklede tansiyon hastaları, buradaki buhardan dolayı fenalaşabiliyor. Bunun için biz kişilere çok fazla kalmamalarını öneriyoruz. Bazen yere düşüp kolunu, bacağını kıranlar da oluyor. Eğer müdahale edilecek bir kazaysa bu ilk müdahaleyi biz yapıyoruz. Ancak her durumda öncelikli olarak ambulansı çağırıyoruz."
İşin zorluklarını soruyorum emekli öğretmen iyi akşamlar dileyip uzaklaşırken. "Bu iş aslında tamamen insan ilişkileri üzerine kurulu." diyor ve öne doğru eğiliyor koltuğunda.  "Ve biliyorsunuz ki her insanla sağlıklı bir ilişki-iletişim kurmak kolay değildir. Özellikle kadınlarda.. Ön yargıyla gelenler oluyor, evindeki sıkıntılarıyla veya iş yerindeki problemleriyle gelenler oluyor, herkesin ayrı bir psikolojisi olduğundan onlarla iletişim kurmak ister istemez zorlaşıyor tabi." Bir ara ikimizde duraklayıp sodalarımızı yudumluyoruz. "Bakın mesela, bazen kendi oturduğu bölmeye başka kimseyi istemeyen müşterilerimiz oluyor. Onlara karşı sabırlı olmaya gayret ediyoruz. Burasının halka açık bir alan olduğunu, kimseye 'Siz şurada oturun veya oturmayın' gibi bir söylemde bulunamayacağımızı söylüyoruz. Eğer gerçekten kendilerini iyi hissetmeyeceklerse belli başlı otel veya hamamları öneriyor, oralarda istedikleri özel alanlara sahip olabileceklerini söylüyoruz." Müşteriler arasında tatsızlıklar çıkıyor mu diye sormama kalmadan gülmeye başlıyor Zehra hanım. "Tabi ki. Hamamın adetidir kavga. Biliyorsunuzdur, televizyonlardan falanda görmüşsünüzdür." Tosun Paşa filminde, Adile Naşit'in hamamda ki kavgasını hatırlatıyor. Gülüyoruz. " En küçük şeylerden dahi kavga çıkabiliyor. 'Orası benim yerimdi, sen üzerime su sıçrattın ya da üzerini neden burada değiştiriyorsun?' gibi. Böyle tatsızlıkların önüne geçmeye çalışıyoruz ancak herkesin hamam kültürü olmadığı için pek bir yol katedemiyoruz."
Türk sinemasının mottolarını anınca aklıma bu kez de şu soru gelmişti. Eski Türk gelenekleri devam ediyor muydu?
"Tabi ki. Gelin hamamları yapılıyor örneğin hala. Hamama gelen gelin adayları buradaki çalışanlara hediyeler getiriyorlar. Mesela geçende şöyle bir olay yaşadım. 70 yaşlarında bir teyzemiz buraya geldi ve bana 'Kızım, ben oğluma kız bakıyorum.' dedi 'Ablacım kız aramak için neden hamama geldin?' dedim. O da 'Öyle deme yavrum, biz eskiden hamamlarda beğenirdik kızları.' diyerek uzaklaşıyor yanımdan. Yani hala günümüzde de eski adetler devam ediyor. İşin güzel yanı da müşterilerimizin samimiyeti. Bazı müşterilerimiz burada doğum günü kutluyor, Umre hamamı veya gelin hamamları yapılıyor. Sıcak bir aile ortamı kuruluyor  burada. İsteğe göre akşamları da açtığımız oluyor hamamı. Kimseyi geri çevirmemeye gayret ediyoruz."
Sohbetimizin sonuna geldiğimizi bitmekte olan sodalarımız simgeliyordu. Bir şey yerken veya zevk aldığımız işlerle meşgul olurken, onun en güzel anını sona bırakırız. Bu da bir nevi öyle olmuştu. Sodamın son yudumunu alırken asıl soruyu soruyorum Zehra hanıma..
"Bu tarihi hamamı işletiyorsunuz. Burayı işletirken, tarihini de göz önünde bulundurarak bir sorumluluk hissediyor musunuz?" koltuğunda dikleşirken yüzü ciddi bir ifade alıyor.
"Elbette hissediyoruz. Çünkü Kayseri'de hamam denildiğinde, herhangi bir yerden bahsedilmiyor. Akıllara ilk gelen yer tarihi Hunat Hamamı oluyor. Onun içinde bunun sorumluluğunun bilincinde olmaya ve ona göre hareket etmeye çalışıyoruz. Buranın tarihine yakışır bir biçimde, elimizden gelen en iyi şekilde idame ettirmeye çalışıyoruz. Temizlik konusunda olsun, müşteri memnuniyeti olsun, daima en iyisi için çabalıyoruz."

Fotoğraf çekmek için izin istiyorum kendisinden. Diğer bir çalışana seslenip içerisinin boş olup olmadığını soruyor. 'Boş.' diyor, elindeki hortumla soyunma kabinlerini yıkayan kadın. Onun yanından geçip makinamı da alarak, küçük bir kubbeyle örtülmüş olan ılıklığa giriyorum. Hemen sol taraftaki kapıya yöneliyorum. İçerisi hafif buharla kaplı. Daha dakika dolmadan makinam buharla kaplanıyor. Burası üç derin tonoz ve iki adet halvet odasından oluşuyor. Üzeri kubbeyle ötülmüş bu geniş alan Selçuklu çağı mimari özelliklerini gözler önüne seriyor. Güç bela birkaç fotoğraf çekiyorum. Altından sıcak su boruları geçen göbek taşına dokunuyorum. Sıcaklığı rahatsız etmekten çok sakinleştirici bir boyutta. İlk kez bir hamama girmiş olmanın verdiği mutlulukla buradan çıkıyor ve güzel sohbetiyle vermiş olduğu bilgilerden dolayı Zehra hanıma teşekkür ediyorum. Çok cüzi bir rakamla böylesine hoş bir ortamda güzel insanlarla vakit geçirebileceğinizi sizlere aktırmış bulunuyorum. Ve merdivenleri tırmanırken, hamamın sabun kokan ılık havası yerini, Kayseri'nin kuru soğuk havasına bırakıyor.

Yorumlar