Bundan 16 sene önce… 2003’te… Mars’ın dünyaya yaklaşacağı ve çıplak gözle net bir şekilde görülebileceği duyruluyor.
Mars… Hayatımın gezegeni. Çocukluğumun kaçış noktası. Kırmızıyı sevme nedenim.. Kimine göre sıradan bir toz kütlesi.. Kimine göreyse heyecan verici kızıl bir top. Peki bana? Bana göre Mars, geldiğim ve bir gün mutlaka gideceğim yer. Çocukluğumu çekilir kılan ev. İnsanlardan kaçış noktam. Kör inancım. Saflığım..
Hayatımın en önemli günü ilan ediyordum o günü.. 27 Ağustos 2003’ü. Maaile doluşuyoruz bir odaya. Evimizin en küçük ve en güzel odasına.. Beş kız ve eşsiz bir kadınla.. Annem.. Ömrümün baharı. Gönül çiçeğim.
Odada bir yatak var yalnızca. Çift kişilik, beyaz sandık başlığı olan ahşap bir yatak. Pembe duvarlar, pembe avize, pembe yatak örtüsü.. Büyükçe bir penceresi var dünyayı izleten.. Perdeler sonuna kadar çekilmiş. Cam açık. Ağustos böcekleri, yaprakların birbirine sürtünüşü, dereden gelen kurbağa sesleri.. Hepsi odanın içinde. Ve bu oda, üç küçük kızın gurur kaynağı, dert ortağı, limanı.. Ama o gün hepimize ev sahipliği yapıyor. Uyumamak için direniyor herkes. Annem ve ablamlar ilgimizi çekmeyen şeyler konuşuyor. Biz… Keşke hatırlayabilsem ne konuştuğumuzu. Saflığımızın derecesini ölçebilsen erişkin aklımla.. Gözlerimiz kapanmak istiyor anımsıyorum. İki kardeşim yere açılan yatakta konuşmaya çabalıyor. Ben onlara doğru sarkıyorum. Ablam esniyor, duyuyorum. Herkes bir bir indiriyor gardını.. Saat gece yarısını çoktan geçmiş.. Ne vakit uyuduğumuzu anlayamıyoruz bile..
Hayat bizden çok şey aldı.. Çocukluğumuz öyle erken bitti ki, biz yetişkin doğduğumuzu sandık. Şimdi de bu oluyordu.. Uyuya kalıyor, çocukluğumu bir uykuya feda ediyordum. Bedenim, zihnim, göz kapaklarım ve geleceğim bana ihanet ediyor uykuya yatıyordu. Uykuya yatıyor.. Ve.. Uyuyorduk..
Sonra rüyamda babamı görüyordum. Üzerinde beyaz gömleği, krem renk pantolonu ve haki renginde yeleğiyle. Bu onu, öldüğü günden bu yana ilk görüşüm. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir insanın babasının olması nasıl bir duygu hiç öğrenemedim.. Ne ben ne de iki kardeşim. Bundan dolayı, onu özlemek nasıl bir şey olurdu bilemiyorum. Veya sevmek. Korkmak. Sarılmak. Vs vs.. O yüzden rüyamda onu gördüğümde sadece bakakaldığımı anımsıyorum. Konuşmadım. Konuştu.. Babam.. Hayatı boyunca gereksiz gördüğü hiçbir şeye zaman ayırmayan, kafa yormayan, umursamayan babam… Bana “UYAN” diyordu.. “Çabuk uyan hadi!”
Derin bir nefes alarak, kan ter içinde kalkıyordum uykumdan. Ve kocaman açılan gözlerim rüyayı geride bıraktıran şeye takılı kalıyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel şeye. Baki kalacak çocukluğuma. Gelmişime ve geçmişime.. Şu an düşüncelerim mi onu bu kadar büyüttü, abarttı bilemiyorum.. Ama mükemmel bir kızıllığı var yurdumun. Büyüleniyorum.. Sonra uyandırıyorum herkesi. Bakın diyorum. Bakın orası benim evim.. Hepsinin heyecanı birkaç dakika sürüyor. Sonra uykuya dalarak beni yalnız bırakıyorlar inancımla.. Pencereye tüneyip konuşuyorum onunla. İçimden ağlamak geliyor. Ağlamak ve gülmek çılgınca.. Hava aydınlanmaya başlıyor.. Uykuya dalıp bilincimi kaybettiğim esnada ölümsüz bir çocukluğu, saf bir inancı ve sonsuz kaçış noktasını kazanıyorum.
Şimdi, o günden bu yana, hiç aklıma gelmeyen bir şeyi yapmak istiyorum. Bir unutulmuşluğu, göz ardı edilmişliği dile getirmek.. Bana, çocukluğumu ve daha bir sürü güzel şeyi geri veren babama teşekkür etmek.. Sonsuz teşekkürler baba. Adına anlatılan tüm hikayelerden tanıdığım sana... Seni çok sevdiğimi biliyorum..
Yorumlar
Yorum Gönder